MÜBADELE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MÜBADELE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ocak 2024 Cuma

MÜBADELEDEN ÖNCE YAŞANILAN YER "MEMLEKET"

 


Benim memleketimde bütün sohbetler nerelisin? kimlerdensin diye başlar.
Ben Selanik Kozana Üsküpler köyünden mübadele ile gelen Niğde Hasaköy'e yerleştirilen Hacı Rüstem oğullarından Nail Öztepe'nin torunu Sertaç Öztepe Cihan'ım...... diyerek başlamak istiyorum.

Aşağıda "memleket" kelimesi üzerine önemli bir araştırma yazısı okuyacaksınız. Sevgilerimle


....Araştırma kapsamında alan çalışması yapılan diğer bir çok mübadil yerleşiminde gözlemlenenlere benzer olarak ister köy, isterse kent ya da kaza adı zikredilsin gelinen yer "memleket" olarak anılır. Fakat şehir veya kaza adının ikinci nesillerden itibaren daha belirginleştiği ve kökleri belirten bir unsur haline getirildiği söylenebilir. Çünkü ikinci nesiller, birinci nesillerin söylediklerini aktarırken konuşmalarında onlar gibi Nasliç ve Drama yerine "memleket" ifadesini kullanmaktadırlar.

    Memleket birinci nesiller için " göçten önce yaşanılan yer" olmanın ötesindedir. İkinci nesiller içinse memleket, birinci nesil büyüklerinin geldiği köklerini oluşturan yerdir. 1915 doğumlu babasını 1993 yılında eşiyle birlikte arabayla Nasliç'e götüren ikinci nesil bir görüşmecinin şu sözleri bu nesiller arası farkı örneklemektedir:

Arabayla giderken bir anda;

-İşte benim mahallem! dedi ve kapıyı açtı. Az kalsın arabanın altında kalıyordu.

Siz ne hissettiniz o anda?

O halini görünce nutkum tutuldu, asabım bozuldu. Bir vatanın kaybedilmesi kolay mı? Her şeyini terkedip gidiyorsun kolay mı? Evlenip giderken o bile etkiliyor da bir de vatanını bırakıyorsun, geri gitme yasağı da konuluyor.

Dolayısıyla birnci neslin vurgusuyla, ikinci neslin vurgusu örtüşüktür. Ancak üçüncü nesille birlikte memleket "göçten önce yaşanılan yer" olarak değerlendirilen yani keşfedilmesi,öğrenilmesi,kaydedilmesi,arşivlenmesi,sergilenmesi,önemsenmesi ve aktarılması gereken bir uzamı ifade eder.

Mübadillerin çiftçilik faliyetleri ve ektikleri ürünler onların Türkiye'de hangi şehirlere yerleştirileceklerini büyük oranda belirlemiştir. 

Birinci nesil mübadillerin kendilerinden sonraki nesillere kültürel aktarımında  "yolculuk anlatıları" önemli bir yer tutar. Yolculuk anlatıları göçün gerçekliğini bellekte tutan bir işleve sahiptir. Bu anlatıyı sonraki nesillerle paylaşmak aynı zamanda nereden geldiğini de bildirmektir. Fakat görüşmecilerin bir kısmı gemi yolculuğundan bahsetmemiştir. Bazı görüşmeciler ise birinci nesillerin gemi yolculuğundan kesinlikle söz etmediklerini, tüm göçü (bir görüşmeciye göre Karaferye'den bindikleri) trenle yaptıklarını dile getirmişlerdir.

*100.yılında mübadele adlı kitapta yer alan Makbule Uysal ve Zeliha Nilüfer Nahya nın kaleme aldığı "mübadil mahallesi"nde kimlik, tarih ve söylem adlı makaleden 











12 Ekim 2023 Perşembe

KAYSERİ'YE YERLEŞTİRİLEN MÜBADİLLER

 


Kesriye Hastahanesi Heyet-i Sıhhiyesi ile hastalarının fotoğrafı. a.g.tt




Kesriye'de yapılan hastahanenin iki fotoğrafının gönderildiğine dair Manastır Sıhhiye müfettişinin yazısı. (Bir fotoğraf mevcut)

Belge Tarihi :   H-20-12-1321



Kayseri'ye ilk mübadil kafilesi,1923 yılının Aralık ayında 958 kişi olarak gelmiştir. Ocak, Şubat, Mart ve Nisan aylarında yoğun kış koşulları nedeniyle yeni mübadil sevk edilmemiştir. Kayseri'ye mübadele ile gelenlerin sayısında da farklı rakamlarla karşılaşılmaktadır. Geray'ın çalışmasında, Kayseri'ye yerleştirilen aile sayısı 1644 kişi sayısı ise 6150 olarak belirtilmiştir. Bir başka kaynağa göre, 3.794 erkek ve 3486 kadın olmak üzere toplam 7280 mübadil Kayseri'ye yerleştirilmiştir. 

Justin McCarthy ise Kayseri'ye 6703 kişinin getirildiğini yazmıştır.

 Kayseri'ye getirilen mübadillerin küçük bir kısmı esnaf ve zanaatkâr, büyük bir kısmı ise Yunanistan'da kırsalda tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlayan köylülerdir. Kayseri merkezine yerleştirilen 129 hanedeki 509 nüfusa; 127 ev, 46 dükkan, 1024 dönüm tarla, 80 dönüm bağ ve 77 dönüm meyve bahçesi verilmiştir. Diğer ilçe, kasaba, köylerde de benzer şekilde, Rum ve Ermenilerden kalan sağlam durumdaki ev ve araziler verilmiştir.

Kayseri'ye gelen mübadillerin en önemli şikayetleri toprağın verimsizliğiydi. Bu durum Kayseri milletvekili Ahmet Hilmi bey tarafından 5.11.1924 tarihli Meclis konuşmasında da dile getirilmiştir. Hilmi bey Kayseri'nin arazisinin tarım için az olduğunu Kozana'nın çiftçisi yerine,  Siroz, Drama ve Sırfiçe'nin biraz sermaye sahibi, şehir hayatına alışkın olan, zanaat ve ticaret erbabından mübadillerin buraya yerleştirilmesinin doğru olacağını savunmuştur. Mübadele, İmar ve İskân vekili Refet bey 27.10.1924 tarihinde Mecliste yaptığı konuşma da Kayseri ve Niğde çevresinde boş durumda ve oturulabilir çok sayıda konut olduğu halde, yeterli tarım arazisi olmadığı hususu dikkate alınarak az sayıda mübadilin gönderildiğini ifade etmiştir.

Elbette Yunanistan'dan gelen mübadiller ile yerli Anadolu halkı arasında kimi yerlerde toplumsal sorunlar yaşanmıştır. Türkçe bilmeyen mübadillerin olduğu bir ortamda, yerel halkın gerginlik anlarında mübadillere "gavur tohumu" ifadesi kullanmaları birinci kuşak için oldukça yaralayıcı olmuştur. Feke kazasına yerleştirilen mübadiller, Develi'de yaşayan Şark mültecileri tarafından sürekli rahatsız edilmiştir. Ankara'dan Develi Kaymakamlığına yazılan bir emirde sorunun acilen çözümlenmesi istenmiştir. 
 
100.yılında Mübadele adlı kitapta Prof.Dr. Suat Çabuk'a ait makaleden.....


Kayseri'ye gelen mübadillerin bazıları
Kozana Serfice'den Develi, Bünyan ve Emir Sultan mahallesine,
Kozana Topçular'dan Develi ve Reşadiye'ye
Kozana Kayalar Bünyan'a
Kayalar Kolarca Pınarbaşı'na
Selanik İstromca İncesu'ya
Karacaabad'dan Kayseri Merkez
Vodina'dan Bünyan'a
Yenice-i Vardar'dan Kayseri'ye
Siroz'dan Kayseri'ye yerleştirilmiştir. 

Mübadil yerleşim bölgelerinde;  kim, nereye, nereden gelip  yerleştirildikleri ile ilgili bir istatistik maalesef yoktur.

Sevgilerimle







20 Haziran 2023 Salı

ANKARA'DA BAĞ HAYATI ve ARŞİVDEN FOTOĞRAFLAR

 


........................

Yazın Ankara'da sıtma tehlikesi yüzünden oturulmazdı. Bağları olanlar yazın şehir merkezinden giderler. Yazlık evlere "bağ" denir. Gayrimüslimler genelde varlıklı oldukları için bağları vardır. Erkekler gündüz şehir merkezlerinde işlerine gider, akşamları bağlara dönerler. Günlük yapılan bu yolculuklar herkesin ekonomik durumuna göre at arabası, at veya eşekle yapılır. Sabah akşam yollarda binek hayvan kuyrukları oluşur.
Evdokia Ankara'da ki bağ hayatını ayrıntılı bir şekilde aktarmıştır.
Keçiören, Çankaya, Balgat, Büyük Esat ve Küçük Esat bağlarını hatırlıyorum. En zengin ve en soylu insanların Keçiören ve Çankaya'da bağları olurdu. Çok katlı evlerdi bunlar...bahçelerinin içinde seralar ve şadırvanlar olurdu. Çoğu zaman aileye hizmet edenlerin sayısı aile üyelerinden çoktu. Zenginler refahta ve lükste yarışırlardı. Ankara'ya iş  için gelen yabancılar; 
"Siz Ankaralılar İngiltere'nin lordlarından daha iyi bir hayat yaşıyorsunuz" derdi. Erkekler şehir merkezine çalışmaya giderdi. Zengini, fakiri kent merkezinden bağlara yol boyunca süren kuyrukta bir araya gelirlerdi. 
Bu yüzden 
"Ankara'da yazın keyif kediler ve kadınlara, cefa eşeklerle erkeklere" denirdi. Özellikle Keçiören'de kadınlar için eğlence unsurlarından biri at binmekti. Sabah karı-koca bağ evinin avlusunda kahvaltılarını yaparlardı. Kahvaltının lezzetlerinden biri kocanın saman ve ağaçlardan düşen küçük odun parçaları ile yaktığı küçük ateşte pişirdiği kahveydi. Erkeğin görevi işindeydi, kadının görevi ise bağda.....kadınlar sabah erkenden kalkar, geceden dallarından düşmüş kayısıları ve olgun Ankara armutlarını toplardı. Çayırın içinde parlayan meyveler gözlerimizi şenlendirirdi. Dalından kendiliğinden düşen meyveleri yemezdik, onları kışlık olarak değerlendirirdik. Kimi kurutulur, kimi reçel yapılırdı. Ardından ev işi gelirdi. Evin derlenip toparlanması ve yemek pişirilmesi.....bazı günler çamaşır günleri olurdu, çamaşırlar açık havada dut ve akasya ağaçlarının gölgesinde kuş seslerinin arasında kille yıkanırdı. Bazı günler ise hamur tutulur, bazlama yapılır tezek yakılan tandırlarda pişirilirdi. Hünerli kadınlar 2-3 bazlamayı bir arada pişirirdi. Bazlamalar hazır olunca evde ne varsa sofraya getirilirdi. Tereyağı, bal, peynir, pastırma, sucuk, reçel, taze meyveler bazlamanın içine canının çektiği koyar, dürüm yapar yerlerdi. Bazlama piştiği gibi yenirdi. Keyfi misafirle çıkardı. Kadın kadına yenilen farklı bir lezzetti. Bağlarda işler ne kadar zor olursa olsun sevgi ve neşe eksik olmazdı.
Hasat zamanı çok meşgul olurduk. Kimi aileler kendi kendilerine hasat yapar, kimi aileler arkadaşlarından yardım alır, kimi de ücretli işçi tutardı. Ne güzel bir resimdi üzüm dolu sandıklar! Bağlardan gelen üzümleri kullanacakları ürüne göre teknelere boşaltırlardı. Bu ürünlerin başında pekmez gelirdi. Pekmez için işbirliğine ihtiyaç olurdu. Üç dört aile sırayla birbirine yardım ederdi. Bazısı leğenlerin içinde üzümü ezer, bazısı şırayı boşaltır, bazısı kaynatır. Tatlı bir pekmez için pekmez toprağı kullanılırdı. Pekmez kaynadıkça şurup gibi olur, tatlanırdı. Pekmez değişik meyvelerle de kaynatılır, reçel yapılırdı. Cevizli ve bademli pestil yapmak ayrıca çok keyifliydi. Un ve nişasta ile kaynatılan pekmez beyaz çarşafların üzerinde güneşte kurutulurdu. Bir kısmı iki parmak kalınlığında baklava biçiminde kesilir, susamla veya cevizle ahşap kutularda saklanırdı. Buna köfter denirdi. Pestil ve köfter eşsiz iki ikramdı.
Günlük işlere ek olarak yapılan bu ağır işler nedeniyle ev kadınları hiç boş kalmazdı. Sadece etlik yani pastırma sucuk yapımı 15-20 gün sürerdi. Akşamları erkekler heybeleri dolu hayvanları ile gelirdi, akşam yemeğinden sonra ikramlar eşliğinde işlerden ve siyasetten bahsedilirdi.
Eylül ayı bağlardan dönüş ayıydı. halıları, yatakları, perdeleri, battaniyeleri yıkar, dolapları toplar evi gelecek sene için tertemiz bırakırlardı. Sonra da şehirdeki evi bir düzene sokmak gerekirdi. Soğuklar yaklaşır, etlik zamanı gelirdi..... diyor 

Gülen Göktürk Baltas,  Mehmet Söylemez'in hazırladığı Mübadele kitabının  Ankara Rumları yazısında......

Sevgilerimle  














7 Nisan 2023 Cuma

EDESSA/ VODİNA' YA BAĞLI KÖYLER- MAHALLELER- ÇİFTLİKLER

 


Vodina sular şehri Vodina
Her yer gürül gürül ırmaklarla kaplı, şelaleleri ayrı güzel Vodina.....
Mübadele ile 7832 Türk  aile Vodina'dan Türkiye'ye gelmiş.


Aşağıdaki bilgiler Nedim İpek'in Mübadele ve Samsun adlı kitabından


Mart-Nisan 1914 tarihleri arasında Yunan çeteleri Lankaza'da çetelere saldırırken Yunan resmi makamları da bazı camileri kiliseye dönüştürdü. Karacaova müslümanları ise Yunan müfrezeleri, tütün kolcuları ve orman bekçilerinin tazyiki altındaydı. Bu tazyik altında köylüler camiye gidemez, ölülerini köy mezarlığına defnedemez, tarlalarını süremez,sürülerini otlatamaz ve evden dışarı çıkamaz olmuşlardı. Vodine kazasındaki araziye ise mütemadiyen Kafkasya'dan gelen Rum göçmenler yerleştiriliyordu.Öte yandan Tuna boyundan gelen göçmenlerin yerleştirilmesi için Türk Hakimiyeti döneminde i'ane-i milliye ile inşa edilen meskenlerin bir kısmına Kafkas-Rum göçmenleri yerleştirilirken, bu meskenlerde meskun bulunan Türkler ocaklarını terk etmeye zorlandı. Bu ortamda Müslüman ahali top yekun göç etmeyi düşünmeye başladılar. Yine Avrupa basınında yer alan bir habere göre bu hadiselerin temelinde yatan gerçek sebep Müslümanları göç etmeye zorlamak ve bunların yerine Kafkas göçmenlerini yerleştirmekti.,
Ahali mübadelesine 25 Ekim 1923 tarihinde başlanacaktı. Evvela Sakız adasındaki 500'e yakın müslüman, sonra Girit'te ki Müslümanlar ve daha sonra Selanik'te ki Türkler nakledilecekti. Tevfik Rüştü bey mübadil sevkiyatının yapılabilmesi için on adet geminin bu işe tahsis edilmesini merkezden talep etti. 1923 yılında sevk edilecek olan mübadillerin İzmir,Trakya,Samsun ve Karadeniz sahillerinde yerleştirilmesi planlandı.
Mübadele esnasında sağlık heyetleri Bük, Papasköy, Hızırköy, Zirneva ve Terhiçan'da iki yüz çadırdan oluşan karargahlar kurarak burada mübadillerin iaşe, sağlık ve aşı işleriyle meşgul oldu. Ayrıca Kozana'da 1500, Hadova'da 1000 ve Karaferye istasyonunda 1000 kişilik üç büyük misafirhane kuruldu. Daha sonra Vodine'de de bir misafirhane ve bir aşevi açıldı. Misafirhanelere öncelikle kadınlar,çocuklar ve yaşlılar yerleştirildi.
                                                                                                            


VODİNA'YA AİT MAHALLELER, ÇİFTLİKLER, KÖYLER

 

 

KÖYLER

ÇİFTLİK

 

Kozişan

Ustrovine

Sermorin

İzvor

 

Gastelop

Pirbodişte

Usluh

Rizve

 

Novasil

Polyan

Prolik

Lugonca

 

Trestenik

Istrapeşte

Yenicekaraderesi

Sekine

 

Notya

Manastırcık

Piskopiye

Dırnova

 

Karalat

Beço

Mescidli

Prahne

 

Fuştan

Çakon

Vetike

Yeniköy

 

Islatana

Toramanlı

Sıbka

Lukoviç

 

Bizova

Tencor

Kıtyat

Rodivei Bala

 

Podrum

Rodine

Vişniçe

Poçeb

 

Tresine

Meçikli

Koromsel

Velçeşte

 

Rodine

Virtekob

Mayadağ

Banya

 

Kapenyan

Türkköy

Ağustos

Arsen

 

Radistan

Tirepoliç

Babaköy

Podos

 

Bahova

Çeltikçi

Koçubey yaylağı

Papazköy

 

Drağman

Mesmer

Çanakçı yaylağı

Deliklikaya

 

Kosteryan

Nurettin

Gülişan çiftliği köyü

Kamnik

 

Süren

Gogova

Çeltikçi çiftliği köyü

Volkoyan

 

Sepiska

Virbeyan

Orman çiftliği köyü

Gabarişte

Ustrova

Durle yaylağı köyü

NAHİYE

 

Nohor

Yeniköy

Doduca yazlası köyü

Karacabad

 

Ransilaf

Lipohor

Karacaova

 

Satina

Kurunçil

Lekova

Kırlat

Çerneş

Köseler

Karadere

Vinkine

 





27 Mart 2023 Pazartesi

MUHACİR GİDECEĞİ YERİ OLMADAN BİTEVVİYE YÜRÜYEN HAYALETTİR.

 



Fotoğraflar Spanio film şirketinden 
105 yıl önce Kesriye'ye ait
Andreas Konstantinidis’e çok teşekkürler 


Tarihin içinden bakınca Rumeli neredeyse ikiyüz yıldır sancılar içinde kıvranan hasta bir bünyeye benzer...kah orasına kah burasına vuran ağrılarla iç çeken her iç çekişte renkleri solan, eli ayağı işlevini yitiren bir hasta bünye....muhacir ise iki asırdır o hasta bünyeden ayrılıp giden ruhtur sanki...o gittikçe şehirler yad el olur, leylekler geçmez olur semadan, çınar ağaçlaı kuruyup kalır. Öyle ya......toprak bağrında hayat verip büyüttüğü, bünyesine alıp kendine dönüştürdüğü insanlarla anlaam bulur. O insanlar çekip gittiğinde herhangi bir yer olur toprak.Dağın adı başka,suyun tadı başka Rumeli türkülerinde insan ile toprak arasındaki bu bağ nasıl güzel anlatılır. Selanik'teki bir kolera salgınında yârini kaybeden delikanlının dilinden dökülen türküde olduğu gibi;

Selanik Selanik ıssız kalasın,

Taşına toprağına diken dalasın

Sende benim gibi yarsız kalasın.


Kimdi o delikanlı hatırlayan yok....ama ne güzel anlatmışşehre olan sevdasını. Öyle ya, insanlar şehirlerin yâridir, mimari eserler ise süsü.Türküler hatırasıdır,zihnidir,nefesidir,dilidir. Muhacir ise o dil ile yârini anan bir uslanmaz aşık.....bu nedenle giderken herşeyi yanında götürür muhacir....toprağını bırakmanın intikamını böyle alır tarihten. Ama o, geldiğinde bu diyarlara, ayrıldığı yerden getirdiği canı ekmiştir Anadolu toprağına.Toprak ise cömertçe kabul edip benimsemiştir yeni fidanları...yağmur cömertçe can suyu olmuştur onlara.Sesine ses katmıştır bu toprakların rengine renk....o sebeple pek az diyar bu topraklar kadar ana kucağı olmuştur başkalarına.

Muhacir bu topraklarda başkası değildir. Biri Rumeli'den,öbürü Kırım'dan,bir başkası Kaf Dağından.....farklı dillerde,farklı enstrümanlarla dile getirilse de aynı duygular anlatılır.Hani bir vatan vardı,hani kuzeyde mi güneyde mi, doğuda mı batıda mı olduğu çok da önemli olmayan bir vatan vardı. Şah İsmail'in şiirinde dediği gibi.....

"Rakib elindeymiş dest-i Nigar mene ne!"

Yazrın demesi o ki insanlar gibi topraklarında kaderi vardır..Mısır'ı hep köleler idare etmiştir. Irak hep kerb ile bela'nın yurdu olmuştur.Kafkas hiç benzememiştir başkasına, Balkan hep aynı sıcaklıkla kaynayıp durmuştur. Anadolu ise hep içine alıp dönüştürmüştür. Biraz da bu sebeple

"Dost dost diye nicesine sarılanların sadık yâri" olmuştur.

                                                                      Anonim bir yazı

Sevgilerimle

 

24 Mart 2023 Cuma

UZUNALİ KONAĞININ HÜZÜNLÜ ÖYKÜSÜ




İlçelerinin tarihlerini anlatan Kaymaklı Belediyesi yayınlarından 
Anaku-Enegi-Kaymaklı "Taş Kapının Ardındaki Şehir"  kitabını tarihimize  kazandırdıkları için  Kaymaklı Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürü Sayın Hasan Ercan'a çok teşekkür ediyorum.


Merhaba 
İsterim ki Ülkemde her köyün, her ilçenin bir kitabı olsun. Fotoğrafları olsun, yaşayanlar anılarını,dedelerinden ninelerinden duyduklarını anlatsınlar, tarif  versinler çokça....
 Mesela evlerini neden dağın tepesine yaptıklarını, ovaları, sulak alanları niçin tarım arazisi olarak kullandıklarını anlatsınlar. 
Niçin yetiştirdikleri ürünlerin  tohumlarını çeyiz sandıklarının içinde sakladıklarını anlatsınlar mesela...... 1 e 5 almak için hangi ürnün hangi tarlaya ekilmesi gerektiğini, meyve ağaçlarının  seyreltilmesi işinin neden gerektiğini anlatsınlar....
dere yataklarını anlatsınlar mesela......neden uzak durulması gerektiğini.....evlerini ahırlarını neden dere- göl ve deniz kenarlarından uzakta yaptıklarını.......
anlatsalar bizlere tecrübelerini.....deseler ki; yıllar geçse de üzerinden dereler ve göller tekrar yatağını bulur.....belki sizi bulmaz ama torunlarınız zarar görür evi barkı yıkılır, canından olur, uzak yapın evlerinizi deseler....
Köylerindeki depremleri anlatsalar mesela....yıkımların nerelerde olduğunu anlatsalar, neden tek katlı evler yaptıklarını
her biri bilge insanlardı atalarımız ne zaman ki onları ciddiye almadık,tecrübelerinden faydalanmadık işte o gün biz atalarımızla aramızdaki zinciri kopardık işte o zaman biz kaybettik vasatlaştık, köreldik.....
şimdi görüyoruz onların bilgisinin,tecrübesinin   kıymetini bilmememin  sonuçlarını....
deprem ve ardından gelen sel baskınları canımızı çok acıtarak, deprem bölgesinde yaşayan insanlarımızı savurarak  bize öğretti maalesef.... 

Ekin değilsin ki savrulasın diye başlıyor hikayemiz ama savrularak dönüştü hayatlarımız Kahramanmaraş depremi ile.
.............

Ekin değilsin ki savrulasın, yaprak değilsin ki öylece umursamazca uçup gidesin. Kimbilir kaç asırlık bir köksün toprağında ama bir anda o kökün o toprakla ilişkisi kesiliyor.

Kaymaklı'da bulunan Karamanlılardan ve Atalarımızdan kalma harika tarihi eserler bulunmaktadır. Bu binalardan birisi de Papaz Evi olarak bilinen tarihi bir konaktır. Konağın yapımı 1912 olarak cümle kapısının üzerine işlenmiştir. Bu konakta yaşayanlardan biri de konağın hemen arkasında yer alan Aziz Georgios kilisesi papazıdır.


Konağın bulunduğu mekân ve yeraltı şehri bugün de efsunluğunu ve cazibesini hâlâ korumaktadır. Halen Konağın giriş katında bulunan odanın içinde yer alan tünelin, yeraltı şehrine ve yanındaki kiliseye bağlandığı bilinmektedir. Rahibe okulu olarak bilinen ve yaklaşık 300 metre uzaklıkta bulunan bir diğer yapıyla da bağlantılı bir tünel olduğu söylenmektedir.

Mübadele döneminden sonra evlerini terk etmek zorunda kalan Rum vatandaşlar belde de kalan Türk halka evlerini ya cüzi fiyatlara satmışlar ya da hediye etmişler. Ama bu konağın Uzun Ali'ye verilmesinin farklı bir hikayesi var.

Eneği'nin yağız delikanlılarından Uzun Ali'nin başından geçenler dillere destan olmuş, hüzünlü bir aşk hikayesidir.


Eneği'nin yiğit delikanlısı Uzun Ali zengin bir Rum ailenin yanında çalışmaktadır. Ali Rum ailenin kızı Tedra'ya gönlünü kaptırmıştır. Aşk öyle bir duygudur kiinsanın özünü yakıp bir ateş gibi kavurur., fakat aşk cesaret ister. Tedra'da Ali'ye karşı derin duygular hissetmektedir. Ali fakirliğinden mi? yoksa vefa duygusundan mı bilinmez konuyu bir türlü Tedra'nın babasına anlatacak cesareti gösteremez. Bir gece Tedra ile Ali gizlice buluşur. Tedra artık evlenme çağına geldiğini, babasının kendisini başka birine vermeden Ali'nin gelip konuşmasını ister. Cumhuriyet yeni kurulmuş ve köye mübadele ile ilgili haberler gelse de kimse pek bir şey bilememektedir. Ali o gece kararını verir. Tedra'nın babası ile konuşmak için sabahı beklemeye başlar. Ali için saatler geçmek bilmez. Nihayet sabah olur olur da Ankara'dan gelen haberler hiç iyi değildir. Yapılan antlaşmaya göre Türkiye'de yaşayan Rumlar Yunanistan'a, Yunanistan'da yaşayan Türkler Türkiye'ye dönecektir.



 Bu aşka şahit olan tüm halkı bir keder sarar. Ali ve Tedra'yı ise tarifsiz bir keder kuşatır. Yaşayacakları evin hayalini kuran genç aşıklar bu haberle adeta yıkılır. Tedra babasının çok katı bir adam olduğunu ve asla burada kalmasına izin vermeyeceğini çok iyi bilmektedir. Ali'nin ise kimsesi olmadığı için Tedra'yı kaçırmak aklına gelmez. Hele ki böyle karışık bir dönemde Tedra'yı oradan oraya sürüklemek ona eziyetlerin en büyüğü olacağını düşünür. Çünkü Uzun Ali'nin gönlü de tutkunun, yaşama sevincinin yeri bambaşkadır. Konağın sahibi papaz efendinin evi satacağı haberi yayılır. Tedra babasını günlerce süren ısrarları neticesinde konağı almaya ikna eder. Konak Ali için alınmıştır. Tedra ve Ali son kez buluşurlar. Heyecanları doruklardadır. Sevmenin ne kadar güçlü ve derin olduğunu da iki aşık bilmektedir. Tedra heyecan dolu bakışlarla sevdiğine bakar. Meramını anlatmakta güçlük çeker. Sevgisi artık Ali'nin eline verdiği bir mendildedir. Mendilde dünyanın en güzel kokan çiçeklerinin kokusu vardır. Ali'ye mahzunca bakar. Yüzleri ay gibi parlamaktadır. Ağzından sadece "ben gitmeden bu mendili açma !" sözleri çıkar.


Ne hazindir ki aşk her zaman mutluluğun en yücesinde dolanmaz. Yüreklerde kor bırakır. Hayatın en garip tecellisi ayrılıklardır. Tedra ve ailesi bir gece  gizlice ayrılırlar köyden......Ali ise sevgilisini son bir kez görebilmenin sevinciyle mendili açar. Bir anahtar ve bir not çıkar içerisinden kağıtta "madem benimle evlenemeyeceksin, evleneceğin kadınla hayalini kurduğumuz o evde mutlu yaşadığını bileyim" yazmaktadır. Bu söz Ali'ye hüzünlerin en zapt edilemez elemini yaşatır. Ali uzun bir süre ne eve girer, ne de Tedra'dan bir haber alabilir. Yazdığı mektuplara cevap alamaz. Sevgilisinin hayali artık gece gündüz hayalindedir. Aradan biraz zaman geçer, köye bir haber gelir. Tedra gemide veba salgınına yakalanmış ve ölmüş. Ali bu habere inanmaz. Yıllar çok şeyi geride bırakır ancak yine de insanın bütün ümitleri hayalleri hatıraların izbe yerlerinde yaşamaya devam eder. ne çare ki hayat devam etmektedir. Yıllar sonra Ali Tedra'nın vasiyeti olarak gördüğü o evde bir yuva kurar.





Bu topraklarda onlarca Tedra-Ali hikâyeleri yaşandı. Acıyla yoğrulan yürekler, yeni doğan güneşin umut dolu çocukları oldu hep.........


27 Ocak 2023 Cuma

KİREÇ KOKULU BEYAZ EVLER


 Karaferye doğumlu Ekrem'in nüfus cüzdanının fotoğrafını kullanmama izin veren  Tülay Urgancı hanımefendiye sevgilerimle 
Atalarımızın nüfus cüzdanları kendi kişisel aile tarihlerimiz için çok önemli kayıtlardır.

MİSS GİBİ KİREÇ BADANALI EVLER

Rahmetli Annanem, yılda 2 ya da 3 kez tüm evinin içini ve dışını çalı süpürgesiyle kireçle boyardı. Mis gibi kokardı. Kireç kokusunu temizlik kokusu olarak algılamam sanırım bu sebepten.......

.................

Düz dam yerine üçgen damlar, kireçle badanalar



Mübadele yoluyla marangoz, duvar ustası ve boyacı birçok meslek grubuna mensup kişi Anadolu'ya göç etmiştir.Bu meslek grıplarının mensupları göç ettikleri yerlerde öğrendşkleri ve uyguladıkları birçok tekniği geldikleri Anadolu coğrafyasındaki halkla paylaşmışlardır. Bunlardan birisi evlerin damları ve duvarlarının kirece boyanması geleneğidir. Muhacirler,yeni yerleştikleri Anadolu köy ve kasabalarındaki nüfusa evlerinin damlarını düz dam yerine, üçgen dam kullanmayı öğretmişlerdir. Ayrıca evleri kirec ile badana etmek geleneği de muhacirlerle Anadolu'ya gelmiş başka bir uygulamadır. Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda  duvar yapımında coğrafi bölgenin karakteristik özelliğine göre taş ve kerpiç gibi yapı malzemeleri kullanılmaktaydı. Özellikle kerpiç Batı Anadolu'nun değişmez yapı malzemesiydi. Özel olarak hazırlanmış ıslatılmış sarı toprak ve üzerine dökülen samanın karıştırılması ve bu karışımın belli büyüklüklerde tabakalanması ile oluşturulan malzeme ile duvarlar,evler inşa edilmekteydi. İnşa edilen duvar ve evler tekrar toprak ve samandan oluşan malzemeyle sıvanması sonucu düzlük kazanıp göze güzel görünür hale getirilmiştir. Bu sayede ev sahipleri yeni bir tarz badana tekniğini öğrenmiş ve kirece boyanan evler beyaz tertemiz bir görünüm kazandılar.

Erdal İNCE
 Uluslararası Mübadele Sempozyumundan

 

BU BİR MÜBADELE HİKAYESİNİN ANLATILDIĞI RADYO HİKAYESİ

KOZANA HATIRALARI......

Selam Mübadil insanların fotoğraflarıyla birlikte bir mübadele hikayesi anlatımı burada....Bakalım kimlerle ortak hikayelerimiz var?...