30 Temmuz 2015 Perşembe

KABUSUMUZ OLDUN ASPİRİN





Kabus gibi başlayan ve hala devam etmekte olan kötü bir haftadan herkese selam......
Bayram tatilini annemlerle birlikte, Akçakoca'da geçirdik. Ardından annemi Kdz.Ereğli'ye kardeşlerinin yanına bırakarak, Ankara'ya işimizin başına döndük...Perşembe günü öğlene doğru ani gelen bir telefonla annemin market rampasından inerken ayağının kayarak düştüğünü, kalçasını kırdığını hastaneye kaldırıldığını öğrendik. Apar topar yola çıktık. Dört saat sonra Ereğli'ye vardık. "Femur boynu kırığı" teşhisi ile yatıyordu. Ereğli küçük bir ilçe olduğu için donanımlı hastane bulamayacağımızı düşündüğümüzden, amacımız annemi alıp Ankara'ya götürüp orada ameliyat ettirmekti fakat ne mümkün.....Hastaneye ulaştığımızda annem acılar içinde kıvranıyordu....değil Ankara'ya getirmek, kıpırdatmak mümkün değildi...çaresiz orada doktoru ile konuşarak ameliyat olmasına karar verdik. Olay perşembe günü oldu biz hemen ameliyata alınacağını düşünürken, doktorunun; annemin düzenli olarak 100mg coraspirin içtiğini, piyasadaki her ilacın nötrleştiricisinin bulunduğunu, fakat aspirinin nötrleştiricisi olmadığı için; kanama riskinden dolayı Pazartesiden önce kesinlikle ameliyat edemeyeceğini söylemesiyle sıkıntılı günler başladı. Benim yerinde duramayan, her işe yetişen zavallı annem,  dört gün boyunca  yüksek dozda ağrı kesicilerle (sanıyorum ilaçların büyük bir kısmı morfindi) bekletilmeye başlandı. Artık sabrı tükenmeye başladığında, pazartesi sabah ameliyata alındı. Ameliyatı sevgili doktoru Op.Dr.Recep ERDOĞAN ve ekibi sayesinde gayet güzel geçmiş, fakat sırt üstü kıpırdamadan yatmaktan fenalık geçiren annem ve bizim için sıkıntılı günler hala devam ediyor. Emboli riskinden dolayı taburcu edilmedik. Bekliyoruz... :((
Kdz.Ereğli Devlet Hastanesi 5 yıldızlı otel konforunda, alet edavat tam takım şahane bir hastane...Doktorlar, hemşireler, yardımcı elemanlar herkes çok ilgili...Özellikle anneme bir evlat şevkatiyle yaklaşan annemin sevgili doktoru Sayın Recep Erdoğan'a çokk teşekkür ederim.Hemşirelere ve ameliyat ekibine ayrıca çokk teşekkürler ..Sizler orada çok büyük bir başarı yakalamışsınız. Emeğinize sağlık......bir hastanın doktoruna güvenmesi, sevmesi apayrı bir duygu.....Artık sağ salimen evimize dönmek istiyoruz. Bu arada Sağlık Bakanlığından nakil için ambulans isteyeceğim. Bakalım nelerle karşılaşacağım...Onu da ayrı bir yayımında anlatırım...O kadar Suriyeli, Kuveytli,Iraklı  ambulanslarla Ankara'ya taşınıyor..Bakalım aynı ilgiyi bizde görebilecek miyiz?
Ülkemin gündemi toz duman....Bu hafta anneler şehit olan evlatlarının acısıyla yanıp tutuşurken, bende annemin gözümün önünde çırpınmasına, yardım dileyen, dolu dolu gözlerine bakmamak için; ne konuşsam napsam diye düşünerek geçirdim.
Annem aspirini kalp doktorunun tavsiyesi ile kullanmaya başlamıştı. Bizde kullanırdık. Ben aspirinin bu kadar tehlikeli olduğunu hiç bilmiyordum... çok acı bir tecrübe ile öğrenmiş olduk....Umarım bir an önce gelmiş geçmiş olsun....
Kanı sulandırmak mı iyi sulandırmamak mı anlamadım gitti....Kalp krizinden ölmeyiz belki ama ameliyata girmemiz gerekirse eğer iç kanamadan gidebiliriz.
Bizim yaşadığımız bu acı tecrübeyi anlattığım bu yayın umarım birilerine faydalı olur. Herkese iyi geceler...sevgiler...

15 Temmuz 2015 Çarşamba

NAİL DEDEMLE BİRLİKTE RAMAZAN BAYRAMI MESAJIMIZ....


Benim çocukluğumda Ramazan yine yaza gelmişti. Ramazan ayının özelliği, sahurda; akşamdan yoğurulan ve  mayalanmaya bırakılan hamurundan pişi yapılır,  üşenilmez pişiler kızartılırdı. Bir gün pişi, bir gün soğan, ertesi gün kabak böreği, ertesi gün ekmek balığı, tereyağı, yumurta....yanında mutlaka taze toplanmış biber,domates, maydanoz, nane, tarhana çorbası....  dört dörtlük sofralarda sahur ve iftar yemekleri yenirdi hep beraber...Oruç tutsanız da, tutmasanız da mutlaka herkes sahura kalkar, niyetlenenler ertesi gün oruca devam eder, niyetlenmeyenler oruç tutmazdı. Çocuklar öğlene kadar tekne orucu tutardı. Ben uykudan gözümü açamazken, herkes cin gibi kadınlı-erkekli oradan oraya koşturup,masayı hazırlamaya çalışırlardı. Evde tam bir demokrasi ve iş bölümü vardı. Babaannem ve Dedemle aynı evi paylaşırdık. Fakat aile büyüklerimiz bile, köşelerinde oturmaz kalkar, bir işin ucundan mutlaka tutarlardı. Nihayetinde sahur sofrasına geçildiğinde çocuklar hariç; tüm yetişkinler, günlük kıyafetleri ile masaya otururlardı. Asla sofraya pijamalarla oturulmazdı. Bu durum mübadil Atalarım tarafından  "sofraya saygısızlık" olarak nitelendirilirdi. Hele Rahmetli Nail dedem, gömleğini giyer, kravatını takar öyle otururdu sofraya....Çokk yaşlandığında, küçük küçük adımlarla yürümeye başladığında bile, pantolonunu giyemese de; gömlek ve kravat ile sahur sofrasına oturmayı hiç bırakmadı.Hala hayallerimde altında Sümerbank çizgili pijaması, üzerinde gömlek ve kravatı ile hatırlarım. Abimler takılırlardı dedeme bazen...- ee dede şimdi hiç oldu mu! nerde kaldı sofraya saygı? Altında pijama, üstünde gömlek-kravat derlerdi de hiçç istifini bozmaz oğlum masaya gözüken taraf derli toplu derdi  boş ver sen masanın altında kalan tarafı...:)))) nur içinde yatsın... 
Ananem anlatırdı....Mübadiller için  bayram temizliği  yapmak kireçten badana yapmak anlamına gelirmiş o zamanlar... her yer elden geçermiş..Evin içi-dışı her yeri boyanır miss gibi bembeyaz olurmuş.Toprak ev değilmiş ki bizimkilerin evleri, kümeslerinin bile kiremitli çatıları varmış..Ne yazık ki yağmur yağınca başlarına yıkılan toprak evleri burada görmüşler.  

Benim çocukluğumda bayram şekeri yerine her gelene sofra açılır, yemek verilirdi. Öyle şekerle misafir mi ağırlanırdı? çok ayıptı çokkk..Yemek ısrarı zaten o ayrı bir mesele yani...Israr karşısında yememen söz konusu olamazdı.Tok olsan da 1-2 lokma bir şeyler yiyeceksin.Yoksa ev sahibine karşı büyük saygısızlık işlersin. Kahvenin yanında verilen nane ya da gül likörleri vardı. Minik minik incecik cam bardaklarda sunulan yeşil, pembe.... mutfakta gizli gizli tadına baktığım, gözlerimi yuvalarından çıkaran, boğazımı yakıp geçen.... :)))) Mendiller vardı...Kenarları işlemeli...İçine para koyup çocukların ellerine tutuşturulan....Yatağımın başucuna bayram ayakkabılarımı koyarak uyuduğum günler ne güzeldi. Her Ramazan bayramı annem yalvarırdı zavallıcık....Kızım, arkadaşlarınla  komşulara git, hem bayramlarını kutla,hem de şeker topla diye...Bin bir naz-niyazla çıkar sonra da akşama kadar dönmek bilmezdim. Herkesin evinde zaman geçirip yer, içer şeker komasına girmeden de geri dönerdim. Bizim kızı kestiler mi? tecavüz ettiler mi? diye annemde, "şimdiki anneler" gibi hiçç endişelenmezdi. Dönüp dolaşıp sağ salim geleceğimi bilirdi. Şimdi nerdeeee şeker toplamaya çıkan çocuklar, ölü çocuklar olarak annelerine geri dönüyor. 
Ne kadar güzel değerlerimiz var aslında  (-mış demek istemiyorum) değerlerimiz yozlaştırıldı, burun kıvrılmaya, beğenilmemeye, devam ettirenler köylülükle suçlanmaya başlandı. Annenin-babanın elini öpüp, bayramını kutlamak yerine, tatile gitmek matah bir şey sayılmaya başlandı. Tatile herkesin ihtiyacı var. O zaman bayram tatillerine annelerinizi-babalarınızı da götürün..."Dört atanın hakkı birdir der annem..." 3 nesil bir arada...çok eğlenceli olur :))))ee azıcık ta sabretmeyi bileceksiniz artık :)))....herkesin birbirinden öğrenecek o kadar çok şeyi var ki aslında...farkına varılır belki... diye düşünüyorum.
Hepinizi çokkk seviyorum herkese iyi bayramlar 
                                                                    Sevgiler  

9 Temmuz 2015 Perşembe

YAVRUM VATAN KIBRIS-GAZİ MAĞUSA

Günaydın
Ramazan başlamadan bir hafta önce üç günlük kısacık bir Kıbrıs tatili yaptık.O kadar iyi oldu ki...Hala o tatilinin verdiği doping ile devam ediyorum. Kıbrıs'ı biz çok seviyoruz. Her ada gibi, ağır ağır akan bir hayat var burada da...bu bize iyi geliyor. Bu sefer Gazi Mağusa'ya gittik.
Şehri bir kadına benzetmek gerekirse eğer;  denizi gibi, turkuaz mavi gözlerinin içinde derin derin bakışlarında, serin serin  oradan oraya savrulursun.... 
Beline kadar inen altın sarısı saçları anımsatan kumsallarına; aşık olursun...
 Kısaca çok güzel, endamlı ama hüzünlü bir kadın Gazi Mağusa....



Eski St.Nikolas Katedrali, yeni Lala Mustafa Paşa Camii muhteşem bir yapı...Önünde durduğunuzda etkilenmemeniz mümkün değil....

Lüzinyanlar döneminde Kudüs'ü de yöneten Lüzinyan kralları 1372'ye kadar Mağusa'da ki St.Nikolas Katedralinde taç giymiş.







Bu gördüğünüz Lala Mustafa Paşa Camiinin sol tarafında yer alan cümbez ağacı...Söylendiğine göre 717 yaşında.....Katedralin inşaatına başlandığı 1298 senesinde  dikildiği söyleniyormuş. Kocaman bir ağaç.... gölgesinin keyfi ise paha biçilemez. Kıbrıs'ta geçen birçok tarihi olaya da şahit aynı zamanda....Zırhlı Lüzinyan Şövalyeleri, taç giyen Lüzinyan kralları, Venedikliler, Mısırlılar,1571 yılında gerçekleşen bombardıman, depremler,savaşlar,Namık Kemal'in 38 ay sürgün hayatı....neler görmüş, geçirmiş.


Zindanın duvar yazısı..Bir Türk milliyetçisi duygularını ancak bu dizelerle anlatabilirdi.
Zalim olsa ne rütbe bi-perva
Yine bünyad-ı zulmü biz yıkarız!
Merkez-i hake atsalar da bizi
Küre-i arzı patlatır çıkarız!
                              Namık Kemal

Namık Kemal'in sürgün hayatı yaşadığı zindan, Lala Mustafa Camii'nin biraz ilerisinde tarihi parkın içinde..zaten burada her yer tarihi eser...Namık Kemal birçok edebiyat eserini Gazi Mağusa'da bu zindanda yazmış.Burada çok zor ve olumsuz şartlar altında yaşamış, birçok kez sıtmaya yakalanmış.
3 günlük seyahatimizde 2 kez gittik Gazi Mağusa'ya....Gece gittiğimizde büyük bir hayal kırıklığı yaşadık. Camiinin ve o tarihi bölgenin ışıklandırıldığı düşünmüştük çokk yanılmışız...Sanki şehirde karartma vardı. Sokaklar karanlık, tarihi binalar karanlık, insanlar yok, hayalet şehir gibi..Elimizdekinin kıymetini hiç bilmiyoruz. Sonra başka ülkelere gittiğimizde değmeyecek yerlere hayran kalıp, geri geliyoruz. :((( Üzücü çok üzücü..




Kıbrıs'ta toplu taşıma falan yok..Her yere taksi ile gitmek zorundasınız. Arabalarda İngiliz sistem geçerli yani direksiyonlar sağda...Trafik sağdan akıyor.İngiltere'nin arka bahçesi  deyimini boşuna demiyorlar.Trafikte, Türkiye'de ne yapıyorsanız, orada tam tersini yapıyorsunuz. Bu sebepten dolayı, kendinize güveniyorsanız  eğer, araba kiralayabilirsiniz. Ama biz güvenemedik, taksileri kullandık. Taksi şoförleri de, araba kiralayanlardan yana  çok dertli ...trafikte en çok kaza yapanlar, kendine sonsuz güveni olan yurdum insanlarıymış...Taksilerde çok lüks ama.... mercedesler, limuzinler, cadillaclar orada taksi...keyfi de bir başka hani.....Daha önce Kıbrıs'a geldiğimizde kiraladığımız taksi Mercedes-Vito  idi....Bu seferki de C 180 Mercedes idi. Yayla gibi, deri koltuklu, kliması süper çalışan bir arabaydı...Bizi götürdü, bekledi, aldı, geri getirdi.

Kıbrıs'ta Lefkara işi işlemeler çok meşhur...Lefkara işinin özelliği ŞURADA bu şekilde anlatılıyor
"Venedikli asiller, pek çok döneme ev sahipliği yapan Kıbrıs’a tatil amaçlı olarak sık sık gelirlerdi. Özellikle Lefkara Köyü’ne gelen asilzadelerin kendi ülkelerine özgü getirdikleri danteller ve yerli köylünün yaptığı nakışların birbirinden etkilenmesi ile “Lefkara işi” ortaya çıkmıştır.
Tarihi yaklaşık 7 yy. öncesine dayanan bu özel el sanatı, Kıbrıs’ın en önemli el işlerinden birisidir. Adaya özgü pek çok motifin işlendiği Lefkara işi, genelde beyaz veya ekru yeşil renk olarak yapılmaktadır. Geçim kaynağı olması amacıyla kadınlar tarafından yapılan bu işler Kıbrıs erkekleri tarafından farklı ülkelere götürülüp satılmış, böylece dünya tarafından bilinen özel bir iş haline gelmiştir. 
14. yy’da Venedik Kraliçesi Katerina döneminde Kıbrıs adasını ziyaret eden ünlü ressam Leonardo Da Vinci, Lefkara Köyü’nde gördüğü bu işten çok etkilenmiş ve en önemli motiflerden “dere motifi” olarak bilinen işten yapılan masa örtüsünü satın almıştır. Daha sonra aldığı bu örtüyü Milano’da bulunan St. Trobezas Katedrali’ne hediye etmiştir. Da Vinci, Lefkara işine olan ilgisini İsa’nın havarileri ile yediği son yemeği resmettiği tablosunda göstermiştir. “Son Akşam Yemeği” tablosunda yer alan masa örtüsünde, dere motifini kullanmış ve tüm dünya bunu görmüştür. Bu tablo, Lefkara işinin tarihinin ne kadar eskiye dayandığının güzel bir kanıtıdır.
Kıbrıs’ta yapılan Lefkara işi, nesiller boyu önemini kaybetmemiş, pek çok motif yok olmuş olsa da günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Tepsi, masa örtüsü, tablo, bardak altlığı, çanta, kıyafet olarak hediyelik eşya satan her yerde Lefkara işini bulmak mümkündür. "

Artık benimde bir Lefkara işi kolyem var...Çok hoş ve çok dikkat çekici..


Bizim kaldığımız otel Salamis By idi. Otelden kalan izlenimlerim şöyle....Otel  Kıbrıs'ın ilk otellerinden biri...fakat yönetimi gayet güzel.. tıkır tıkır işliyor.Odalar temiz, yataklar rahat.. Her şey dahil olmasına rağmen yemekler çok iyi..Mısır tarafına baktığından dolayı herhalde, kumsal tek kelime ile şahane...Deniz muhteşem.... girdiğim en iyi denizlerden biriydi..


Gazi Mağusa'da diğer bir önemli merkez ise Salamis Harabeleri....İncil'de adı geçen şehirmiş. Kazılar durmuş durumda...Zamanında o kadar büyük bir şehirmiş ki; şu ana kadar yapılan kazılarda sadece %3'ü gün yüzüne çıkartabilmiş. Sahilden yürüye yürüye gittik ama dönüşte bizim taksici Hüseyin'i çağırdık..:)) Denize çok yakın..görmekte fayda var...ama terkedilmişlik havası  burada da var...



Kalp şeklinde bir kalıntı...Bence Salamis aşıklar şehriymiş. :)))

Gazi Mağusa'da ki bir başka hüzün ise kapalı şehir  Maraş....1974 Kıbrıs Barış Harekatında bizde kalmış fakat antlaşmalardan dolayı kullanılamıyor.Zamanın Dubai'si...Kumarhaneler şehri...Ömer Şerif, Sophia Loren'in evinin olduğu söyleniyor.Kumsalında ki kumu, Mısır'dan gemilerle getirtmişler. İhtişamlı şaşalı dönemlerin şehri...Şimdi bomboş...2000'li yılların başında Gazi Mağusa'ya tekrar gelmiştik.Tam burada denize girmiştik.O zamanlar böyle plajlar falan yoktu...o şaşalı dönemden kalma demirden şezlonglar vardı ne kadar ilginç gelmişti bize..... Gazimağusa'nın altın kumsalları dünyanın en iyi bilinen plajları arasındaymış.


Bir de Gazi Mağusa'nın neden "Gazi" ünvanlı olduğunu da yazayım bitireceğim. 1974 Kıbrıs Barış Harekatının ardından resmen gazilik unvanını aldığı için ismi  Gazi Mağusa olmuş.  Gazi Mağusa nam-diğer Famagusta Kıbrıs'ın en önemli şehirlerinden biri... ayrıca hüzünlerin de başkenti...
                                                                         Sevgiler


7 Temmuz 2015 Salı

LEZZETLİ BİBER-KABAK DOLMASI


ETLİ KARIŞIK DOLMA NASIL YAPILIR

Selam
Hafta sonu köyü gezdim, geldim..Köy işleri çok zor ama...hepimiz pert olduk..İki ağaç kiraz topladık; iki gündür elimiz kolumuz kalkmıyor. Bir de toprakla uğraşsak ne hale gelirdik bilemiyorum. Anladık ki aslında çok ham ve sağlıksız vücutlarımız var. Ne kadar spor yaptık desekte, yok olmuyor..Bizim yaptığımız spor, onların yaptığı daldan dala atlayarak meyve toplama sporunun  yanında pasif jimnastik olarak kalıyor.
Gelelim karışık dolmanın tarifine...   

MALZEMELER
*Yarım kilo dolmalık biber
*Yarım kilo kabak
*Yarım kilo kıyma
*2 fincan pirinç
*Yarım bağ maydanoz
*1 büyük boy domates
*1 büyük boy kuru soğan
*Tepeleme 1 çorba kaşığı salça (benim salçam biber ve domates karışık)
*1 çay bardağı zeytin yağ
*yeterince tuz ve karabiber

*Kapak yapmak için 2 domatesi iyice yıkayıp iri iri parçalar keselim.


KABAK DOLMASI

İlk önce biberlerimizin sap kısımları ve çekirdekleri ayıklayalım.Eğer biberlerin saplarını kolay kolay ayıramıyorsanız  tam saplarının çevresinden bir bıçak yardımı ile keserek çıkartabilirsiniz. Kabaklarımızı ortadan ikiye keselim ve içlerini kabak oyacağı ile oyalım ama atmayalım.... ŞURADA tarifini paylaştığım mücverden yapılmak üzere buzdolabına kaldıralım. Kabaklar ve dolmalık biberleri yıkayalım.Süzgece koyalım.


ETLİ KABAK DOLMASI


Ardından karışık dolmamızın içini hazırlamaya başlayalım. Kasemizin  içine  iyice yıkadığımız pirinçlerimizi, kıymamızı, ince doğradığınız kuru soğanımızı, kabuklarını soyarak doğradığımız domateslerimizi, ince ince kıydığımız maydanozlarımızı, salçamızı, tuzumuzu, karabiberimizi ve yarım çay bardağı zeytinyağımızı ekleyip iyice karıştıralım. 

ETLİ DOLMA İÇİ

Biberleri ve kabaklarımızı dolduralım.Domatesten yaptığımız kapakları kapatalım.Tenceremize dizelim.1 çorba kaşığı salçamızı,2 su bardağı sıcak su ile seyreltelim. Dolmalarımızın yan tarafından tenceremize ekleyelim.  Parlak olması için  kalan zeytinyağımızı da dolmalarımızın üzerine ekleyelim.Kısık ateşte yaklaşık 30 dakika pişirelim.Yoğurt ile servis yapalım.Afiyet olsun.Hayırlı iftarlar diliyorum herkese....
                                                                                                                                                                       Sevgiler


ETLİ DOLMA İÇİ


3 Temmuz 2015 Cuma

KİRAZ MEVSİMİ

Günaydın 
 Köyümüze kiraz mevsimi geldi. Geçen sene yazdığım KRALİÇE'NİN KİRAZI isimli yayınımda, bu kirazların özelliğini, nasıl yetiştirildiğini, yetiştirilmesinde gösterilen özeni, toplanır toplanmaz yurt dışına (Kraliçe Elizabeth'e)gönderildiğini v.s yazmıştım. Afyon Sultandağı kasabası Yeşil çiftlik köyünün kirazlarının güzelliği, ikliminden kaynaklanıyor. Gece ayazı gören kiraz, gündüz +35 dereceyi gördüğü için bu kadar leziz... 

Kirazlar geçen hafta toplanmaya başlamış. Bu hafta iyice kızarıp tatlanmış. Bizde kiraz yemeğe hafta sonu köye gidiyoruz. Bu sene dallar kirazdan kırılmasa da, yine de  yetecek kadar varmış şükürler olsun.


NAPOLYON KİRAZ

Kirazlar toplandıktan sonra eziği,çürüğü ayıklanır ondan sonra kasalara doldurulur. Asla karıştırılmaz. Eğer sizde bu kirazın tadına bakmak isterseniz 0.506.705.55.28 no'lu telefondan Süreyya bey'e ulaşmanız yeterlidir. Aslına ilkokul öğretmeni olan ama yaz tatilinin neredeyse tamamını,  ailesine yardım etmek için önce kiraz, daha sonra vişne, daha sonra kayısı, daha sonra elma toplayarak geçiren Süreyya'nın size en güzellerini göndereceğine kefilim...
Şunu da belirtmeden geçmek istemiyorum...Bu yayın bir reklam değildir. Bir köy tanıtımı olarak okuyun..Hepimiz en iyinin, en organiğin, en hilesizin peşinde değil miyiz? O zaman köylere yönelmenin zamanıdır diye düşünüyorum....
                                                                                                                                                                             Sevgiler 

NAPOLYON KİRAZ



24 Haziran 2015 Çarşamba

ÇARŞIDERE-ÇARŞICUMA KÖYÜ



Selam
Geçenlerde  Çorum Çarşıcuma yol  maceramızı Tabela yok mu tabela başlıklı yayınımda anlatmıştım. Şimdi sıra köy maceramızda.....Aşağıda göreceğiniz resimler, anlatım bazılarınızın hiç dikkatini çekmiyor, bir şey ifade etmiyor biliyorum..Ama size bir şey söyleyeyim mi; bu resimleri o köy ile bağlantısı olan bir Türk ya da Rum gördüğünde  gözyaşlarına boğulacaktır. 
Ailemin geçmişine  merak saldığım ilk yıllarda bir kız arkadaşım bana köklerini buldun farz et bulup ta ne yapacaksın? diye sormuştu. Bende ona"dedelerim zenci çıkacak o olacak" demiştim. Doğru çıktı. Bizde koskoca  bir imparatorluğun zencileriymişiz meğer....
Allah kimseye yaşatmasın ama anlatmaya çalıştığım  köy  acılı bir göç hikayesinin tanığıdır....Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremez.



Zar zor köyün yolunu bulduğumuzda bizi terkedilmiş bir köy ilkokulu karşıladı.  Yapılmış bir okul neden boşaltılır anlayamıyorum bilen varsa beri gelsin...Köylerin yozlaştırılmasında, cahil bırakılmasında en önemli etkenlerden biridir okulların kullanılmaması bence...Köyden kente göç...Ne diyor göç edenler; okul yok ya da okul var-öğretmen  yok,(atanamayan öğretmenler bir sürü.... 5-10 yıldır atama bekleyeni var) su yok, elektrik yok...bir sürü emek verilerek açılmış, gayet iyi durumda olan bir eğitim yuvası terkedilmiş....Öğretmen lojmanı imama tahsis edilmiş. İmam ailesiyle birlikte burada kalıyor. İmama bir sözüm yok yanlış anlaşılmasın..İmamda caminin lojmanında kalsın..Başka türlü bu köyler nasıl eğitilecek?Bu yüzden bence vatanımızda eğitimin kalitesi çok düşük...Taşımalı eğitim diye bir şey çıkardılar çocukları oradan oraya kilometrelerce sözüm ona  eğitim için götürüyorlar..Sonra servisler; yok yolda sele kapılıyor, yok çığ düşüyor, yok kara saplanıyor çocuklar lastik pabuçlarla yollarına devam ediyor. Allah bilir bu okulun kapatılma sebebi de, ya okutacak çocuk yoktur ya da öğretmen durmuyordur. :)))
 Mahzun Kırmızıgül'ün "Mucize"sini seyretmiştim.Konusu kısaca Aydın taraflarından gelen bir öğretmenin, doğununda doğusunda olan bir köye gidişi ve o köyde bulunan bütün çocuklar ile engelli bir çocuğu tek bir sınıfa toplayarak hepsi ile ayrı ayrı ilgilenerek bir şeyler öğretmesinin çabası ve o engelli çocuğu, engelsiz hale getirmesi anlatılıyordu. Güzel bir filmdi..o coğrafya Doğu Anadolu idi.... burası ise ne acı ki; İç Anadolu...
Bence bu köyde 1 tane bile okuyacak çocuk olsa o öğretmen buraya atanıp o çocuk eğitilmeli...Kimse merak etmesin o öğretmen boş zamanlarında da o köy halkına okumayı yazmayı öğretip, bilinçli hale getirir ama bunu isteyen kim? 


Ne kadar iyi bir yönetici imiş bu okulu yaptıran zat.... Okulun bahçesine çocuk parkı bile koydurmuş... çocukların görgüsü artsın diye.....



Burası köyün girişi
Aslında o kadar güzel bir köy ki...evlerinin önünden dere geçiyor şırıl şırıl....


 Altta ki eski bir Rum evi...Bu evin sahibi Yunanistan'dan 1970'li yıllarda gelmiş..Evin yeni sahibine evi gezmek için çok yalvarmış fakat bizim vatandaş sokmamış...Yapmasaydınız keşke, evini gösterseydiniz dediğimde cahillik işte bilemedik dediler..Bizde öyle Yunanistan'da ki evlerimizi gezmek istediğimizde bazıları kapıları sonuna kadar açıp bizi ağırlamak için ellerinden geleni yaptı, bazıları ise kaçıp gitti.




 Çarşıdere köyünün eski Kilisesi- yeni Camii







 Mahcup Rumeli kızı Cemile nine...
Resmimizi çeksinler Cemile nine seninle dediğimde utandı,yemenisini düzeltti sonra poz verdi..Dikkatinizi çekmek isterim yemeni diyorum Türban değil...Anadolu kadınının başörtüsü...Cemile nine Yunanistan'ın Cuma köyünde doğmuş. Mübadele olduğunda 3 yaşındaymış. Küçük çocukları ve yaşlıları at arabasının arkasına bindirmişler. Giderlerken Cemile nine soğan diye ağlamaya başlamış sus demişler biz ekmek bulamıyoruz sen soğan diye ağlıyorsun...Öyle içine oturmuş ki; bu olay, 96'lık Cemile nineye hala cebinde soğan taşırmış....


 Benim çocuklar köyden çıktığımızda hala hayret ediyorlardı.Yunanistan'dan gel, Çarşıdere'ye yerleş...Her iki köyü de gördükleri için kıyaslayıp, inanamadılar tabii.....
Hala anlayamıyorlar savaşları,antlaşmaları,göçleri....



Sol taraf Müslüman mezarlığı, sağ taraf  Ortodoks mezarlığı


Ortodoks mezarlığında bir tane taş kalmamış... aynı Yunanistan'da ki bizim atalarımızın mezar taşları gibi burada ki mezar taşları da  evlere temel taşı olmuş....Zihniyet aynı.....

 Burası da müslüman mezarlığı belki de İzzet dedem burada yatıyor kim bilir?





 Altta ki resimde köyün yukarıdan görünüşü.Tarla vermişler İzzet dedeme (Annemin dedesi)burada arpa-buğday yetiştir diye ama yaban domuzlarıyla başa çıkamamışlar. Her şeyi, belki de annesinin ve babasının mezarlarını da bırakarak, annanemle birlikte diğer 2 kardeş Niğde'ye evlatlık verilmiş. Annesi,babası orada mı öldü noldu? bilen yok...muamma işte ....  Dağın zirvesinde bir köy Çarşıdere-Çarşıcuma ama....  bakma yemyeşil göründüğüne... içinde ne hikayeler barındıran, ne kanlı gözyaşlarını içine akıtanların köyü burası.....
                                                                                         Sevgiler 

BU BİR MÜBADELE HİKAYESİNİN ANLATILDIĞI RADYO HİKAYESİ

KOZANA HATIRALARI......

Selam Mübadil insanların fotoğraflarıyla birlikte bir mübadele hikayesi anlatımı burada....Bakalım kimlerle ortak hikayelerimiz var?...